Bugünlerde limon ağaçlarının yanından geçerken eşssiz bir koku duyuyorsunuz. İster istemez yavaşlıyorsunuz, o kokuyu daha fazla içinize çekiyorsunuz. Hatta ve hatta duruyorsunuz, biraz daha o eşsiz kokuyu daha fazla içinize çekip, ciğerlerinize kadar ulaşmasını sağlıyorsunuz.
Sonra da yolunuza devam ediyorsunuz.
Saklamanıza gerek yok. Çünkü o muhteşem koku için para vermiyorsunuz. Bedava. Doğal. Mis gibi.
Portakal, limon ağaçlarının çiçeklenme döneminde bu kokuları duyabilirsiniz.
Ama ne yazık ki şehir merkezlerinde bu kokuları duyma şansınız her gün daha da azalıyor. Eskiden narenciye bahçeleri vardı. Onlarca değil yüzlerce ağaçların oluşturduğu bahçeler vardı.
Ranta yenik düştüler doğal olarak.
Şimdi bırakın bahçenin yanından geçerken bir tek limon, portakal, turunç ağacının yanından geçerken yavaşlayıp duruyoruz. O eşsiz kokuyu doyasıya vücudumuzun en ücra köşesine kadar çekiyoruz.
Fidan dikmek kolay. Ama beton bloklarının arasında 1 m2 bile toprak kalmadı. Olanları da hemen kapatıyoruz. Bahçeler, yeşil alanları hemen işyeri haline getiriyoruz.
Peki belediyeler ne yapabilir.
Turunçgil parkları oluşturabilirler. Limon park, Turunç park, portakal park. Hatta ve hatta yasemin park.
Yaseminden bahsetmeyi unuttum. Yasemin çiçek verdiği dönemlerde sabah ve akşamları çevresini kokuya boğar. Bir de yasemin bahçesinin içinde oturduğunuzu düşünün.
Ama elbette bunlar şehir merkezinde, altı beton, üstüne yarım metrelik toprak dolgularla oluşturulan sözde parklarda asla olmaz.